İÇİMİZDEKİ
ÇOCUKLA TAM VE BÜTÜN OLALIM.
Küçük büyük
demeden eğlencenin nasıl bir düş olduğunu bize anlatan gerçek
olan nedir bilirmiyiz?
Bizleri
hareketlendirecek vede yaşama sebeplerimizi anımsatacak daha bir
çok kısıtlanmış hareketlerimizin oluşu ile o’nu değiştirecek,
canlandıracak neye ihtiyacımız olduğunu bilipte yapamamak:
kalıplaştırıp, tabularımız hale dönüştürdüğümüz, yaşama
sebeplerimiz olduğuna inanarak neyin peşinden ilerlediğimiz
gerçeği.
Ataların
sınıflandırdığı kişiliklerle sınırlıdır yaşamımız.
Aslında,
ihtiyacımız olan, bizi kalıplaşmış rutin yaşama sürükleyen
nedenlerle kilit altında tutan başkaların takıntısı mıydı?
Yoksa,
inançlarımızmı, yada toplum baskısımıydı?
Her şeyden çok
şeyler türetebilen kimliklerimizle donanımlıyız.
Nerede o
çocukluğumuz? Ve, her nereye bakarsak bakalım çocuksu o ruhumuzun
üzerine inşa edilen ciddiyet, kalıplar, iş adamı, iş kadını,
ev hanımı rolleri, farklı meslek saplantılarımızla, gerçek
tercihlerimizdende öte “sen çocuk değilsin, öyle davranma!”
diyenlerin özgürlüğümüzü kısıtlayan kalıpları arasında
bugün dirençlerimizleyiz.
Atmış olduğumuz
her adımlarımızda, yapmış olduğumuz şu anki mesleki
kariyerimiz, iş vs… her birinin altında özümüzdeki çocuksu
yaşamı özler dururuz. Çocuklara bahane kendimizi çoşturdukca
eğlencenin doruğuna çıkıyoruz aslında. Modern çağımıza
uygun olan oyunlarla avuttuğumuz kendimizi çocuklarımıza bahane
birlikte zaman geçirmenin yollarını ararken eğlenmiyormuyuz?
Uzmanlar dahi bunun farkındalar ve ona göre yeni oyunlar içat
ederek yetişkinleride düşünüyor. Kimi zaman tarihi yerlerimizi
bir yandan gezme şansımız olurken “pokenon avına çıkar
yakalamak için telefonlarımıza sarılırız”. Kimi zaman
sinemada buluruz kendimizi, patlamış mısır yerken bir yandan
çizgi filim izlerken “çocuklar için bizde eğleniyoruz” deriz.
Yada dört gözle sirk gelmesini bekleriz çocuklarımızı
götürelim diye. Bilgisayar oyunları ile 7 sinden 70 ine her yaşta
oyuna dahil olanların çoşkulu kahkahaları ise tuhaf bakmamıza
neden oluyorken zihnimizden gelip geçen bir çok tabularımızın
dirençleri ile yargılarımız başlar.
Aslında gülmeyi
unuttuğumuz kahkahaları atabilelim diye ne çok bahaneler
türetebiliyormuşuz. Eğer ihtiyacımız varsa önüne kimse
geçemez. Çocuk “ister” der teselli buluruz.
Mesela: Doğum
günlerinde çocuklarımıza özel, süslemelerle farklı konseptler
yaratırız. Belkide geleceği düşünerek güzel anılar bırakalım
diye…
Birçok hazırlıklar
yapar eğlenmeleri için oyunlar türetiriz. Aslına biz anne babalar
daha çok eğleniyoruz. Ardımızı yoklamaz sadece “istedim,
yaptım” derken devam ettiğimiz sebepler canımızı acıtmadığı
müddetce devam eder dururuz. Oysa, hep bir beklenti içerisinde
kalıp misyon belirkerken kendimize çeki düzen verebilirsek
“çocukluğumuzun şimdimizle uyumu, kostepti ile olması gerekir.
Eskiden sokak
oyunları ile tüm enerjimizi tüketebiliyorken, ergenlik yada
yetişkinlik çağı derken aynada kendimize yakıştıramadıklarımızı
içimize gömer ve orada sım sıkı tutarak unuturuz. Ta ki,
birileri bize bunu anımsatsın.
Oyun oynamamızın
yaşı yoktur. Eğlencenin adresi içimizdeki o çocuğu
özgürleştirmektir. Eğlence derken en çok ihtiyacımız olan
kalbimizin gülümsemesi ise, bizde bunu yaratarak yaşayalım.
Kısır döngüden
artık çıkalım diyorum. Ruhumuzu özgürleştirerek zamanımızın
en verimli dönemlerinde bizi uyandıracak küçük dokunuşlara
ihtiyacımız vardır. Öylede olur. Kalbimizin 7/24 atması gibidir
hayat.
Gülmeyi, kahkaha
atmayı unutmuş olsak bile, bunu yeniden kazanmanın yolu: iyi bir
değerle başlar.
1- kendimize önem
vedikçe, kimse için yaşamadığımızı anımsadıkca, başkaların
ne dediklerini unuttukca, kendimize güvendikçe vede daha başka
nelerin mümkün olabileceğini görürüz.
Yaşama sıkı
sıkıya tutunurken içsel duygularımızın ruhumuzla bir birini
eşleştirememesi fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkartır.
Hayat ömrümüzün
artması kendi elimizdedir.
Zamanı yakaladıkmı
bize yeniden yaşama sebeplerimizi anımsatarak var olanı
uyandırmaya başlarız. “Içimizdeki çocukla tam ve bütün
olalım...”
Her minik bir
zerreciğin merkezi kalbidir. O olmazsa olmayan tıpkı bizim kendi
eksenimizde tutunmaya çalışır olmamız gibidir yaşamımızda.
Herşey kendi
eksenimizde ihtiyacımız olanları toplamakla sorumlu oluruz. Tüm
yaşamı kendi eksenimiz ile tam ve bütün hareket ederek. “Benden
sana senden bana giden gelen katkılara kalbimi açıyorum ve
kolaylıkla olsun diyelim”.
Toplama,
biriktirme, yansıtma özelliklerimizle ait olduğumuz her şeyin
mıknatıs gibi bizimle beraberinde çekeriz. Olması gereken her ne
ise: onun alt yapısı gerekir.
Belkide eksik bir
parçası sensin?
Küçük bir
dokunuşunla, bir sözün, kelimenin, değerin ile maddi vede manevi.
Ne çok
şeyleri bizlere anımsatır olması önemli değilmi. Hayat
okulumuz en zor sınavdır. Kimlere veya neye nasıl katkı
olacağımızı bilmeden sadece tek bir şeye değil, birçok şeye
odaklı kalıp savruluruz. Ta ki dirençlerimizden kurtulalım.
O gün ve zamanı
şimdide yakalamanın yolu, kendi eksenimizde iyileştirici olan bu
iksirin gerçeğe dönemesidir.
Zamanı yakalamanın
yolu dengelerdir...
Kendimizi nerede
kısıtladık? Yada Nerede unuttuk?
Artı vede
eksilerimizle toparlamaya çalıştığımız düşüncelerimizle baş
başa kaldık mı iğneyi önce kendimize batırmalıyız ki
anlayabilelim. Ardından, nasıl bir duygu hissediyorsun sor! ve seni
nereye, hangi zamana taşıyorken anımsamış olduğun o güzel
anılarında: acı, keder, hüzün mü kendine aşıladın?
Eminim ki, “ama”
diyerek sözlerinize başlayacaksınız.
Hiç birşeyin
gerçek olmadığını, sadece anlamlaştırdıklarımızla
çıktığımız hayat yolculuğumuzda olmamız, bizi o enerjilerin
içerisinde tuttukları zaman takılıp kalır ve bir süre sonrada
çıkmayı başarırız.
Insanlar bize iyi mi
geliyor, yoksa kötü mü?
Aslında herkesin
rollerindeki kimlikleri ile bize aşılanan anlamlarda kendimize çeki
düzen veren oluruz.
Müjde Şener
NUMEROLOG: Müjde Şener
6.2.2020
30/12/3
HABERAL KIBRISLI GAZETESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder